İskender Paşa Camii, İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan bir külliyedir. Kanlıca İskelesi'nin önündeki küçük meydanda bulunmaktadır. I. Süleyman (Kanuni) ve II. Selim dönemlerinin devletin ileri gelenlerinden "Mağusa Fatihi" olarak tanınan Gazi İskender Paşa (ö. 1570) tarafından yaptırılmıştır. Kanlıca Camii olarak da bilinir. İskender Paşa'nın 967/ 1559 tarihli vakfiyesi ile belirtilen bu mescidi, Mimar Sinan'ın tezkirelerinde "Kanlıca'da merhum İskender Paşa" ve "Camii İskender Paşa der Kanlıca" şeklinde kayıtlıdır. Caminin harim kapısı üzerindeki kitabede görülen 967/ 1559-60 tarihi külliyenin tamamlanma tarihi olarak kabul edilebilir. Yapıların tasarımı Mimar Sinan'a aittir.
Zaman içinde çeşitli onarımlar geçiren bu yapı topluluğu 19. yy’ da
birtakım ek binalarla donatılmış, Tanzimat dönemi ileri gelenlerinden M.
Sadık Rıfat Paşa (ö. 1857 ) türbeye
bitişik bir muvakkithane inşa ettirmiş, aşağı
yukarı aynı yıllarda caminin doğu yönüne, zemin katı kahvehane olarak
kullanılan fevkani bir mektep yaptırılmıştır.
1925’te Üsküdar’ı Beykoz’a
bağlayan yolun genişletilmesi amacıyla, Kanlıca’ nın çekirdeğini teşkil
eden bu küçük külliye önemli ölçüde tahrip edilmiş, 1916’da bir yangın
geçirerek harap düşmüş olan hamam, ayrıca camiyi üç yönden kuşatan
hazire, çevre duvarları, üç adet avlu kapısı,
fevkani mektep, caminin mihrap duvarının arkasında yer alan ahşap imam
meşrutası ile yanındaki
aşhane (imaret) ortadan kaldırılmış, bu arada,
camiyi kuşatan ve hazireleri gölgelendiren asırlık ağaçların da bir
kısmı kesilmiştir.
1930’ dan önce caminin sağ ve kıble tarafının kabristan ve hatta mihrap
önünde Nevres Paşa’ nın kabri, tabutluk ve
sonradan bekar odası ve kahvehane haline getirilen aşhane, iki oda, imam
meşrutası, iki katlı ev olduğu ve bahsi geçen caddenin genişletilmesi
sırasında bütün bunların da yok edildiği anlaşılıyor.
Cabir Vada’ ya göre cami ve diğer bölümler
1895, 1910, 1926 ve 1942’ de çeşitli tamirler görmüştür. 1944'te de bir
ihata duvarı ve üç kapısı olan bir avlu içinde olduğu o tarihte yapılan
rölövelerinde görülmektedir.
Cami, Mimar Sinan ’ ın çatılı camiler grubuna
girmektedir. Her ikisi de enine dikdörtgen planlı, bir harim ile ahşap
duvarlarla kuşatılmış bir son cemaat yerinden meydana gelir. İki sıra
tuğla hatıllı moloz taşla örülmüş duvarları ile
kâgir bir yapıdır.
Batı cephesinde üst katta iki, alt katta iki pencere açıklığı yer
almaktadır. Güney cephesinde üst katta üç pencere açıklığı, alt katta
iki pencere açıklığı yer alır. Doğu cephesinde üst katta iki alt katta
iki olmak üzere toplam dört pencere açıklığı yer almaktadır. Kuzey
cephesinde üst katta yedi, alt katta altı adet pencere açıklığı vardır.
Kuzey cephesindeki pencereler hariç tüm pencerelerde, alt sıradaki
pencerelerin dikdörtgen açıklıkları kesme küfeki taşından sövelerle
çevrelenmiş, lokma demir parmaklıklarla donatılmış, tuğla örgülü sivri
hafifletme kemerleri ile taçlandırılmıştır. Üst kat pencereleri sivri
kemerli olup alçı revzenlerle kaplıdır.
Oranları ve ayrıntıları ile klasik üslubu sergileyen, kesme küfeki taşı
örgülü minare harimin kuzeybatı köşesinde yer alır. Çokgen kesitli
gövdesi, batı cephesinde taşkınlık yapan, kare tabanlı kaideye
oturmakta, şerefenin altındaki mukarnasların ince
işçiliği dikkati çekmektedir. Sağır olan korkuluğu geometrik
taksimatlıdır. 1895 depreminden sonra yenilendiği bilinen petek kısmı,
koni biçiminde, kurşun kaplı bir külahla son bulur.
Kuzey cephesinin önünde, tek katlı üstü kırma çatı ile örtülü bir çıkma
bölümü yer alır. Bu çıkmanın önünde üç bölüme ayrılmış bir pencere
açıklığı vardır. Sağında ve solunda son cemaat yerine girişi sağlayan
birer kapı bulunmaktadır.
Son cemaat yerinin aslında, ahşap direklerle taşınan bir
revak şeklinde tasarlandığı, bu niteliğe sahip
yapıların büyük çoğunluğunda olduğu gibi, sonradan ahşap duvarlarla
kapatıldığı ve içine bir kat ilave edildiği anlaşılmaktadır. Sonuçta iki
katlı bir ahşap mesken görünümü kazanmış olan son cemaat yerinin yan
cepheleri sağır bırakılmış, kuzey cephesinin eksenine caminin girişi
yerleştirilmiştir. Tüm dış cephesi ahşap ile kaplanmıştır. Derinliği
4.50 metredir. Son cemaat yerinin sağında ve solunda kadınlar mahfiline
çıkan merdivenler yer alır. Soldaki merdivenin altı oda haline
getirilmiştir.
Caminin cümle kapısı iki kanatlıdır. Kapının sağında ve solunda
dikdörtgen açıklıklı, lokma demir parmaklıklı birer pencere yer
almaktadır. Cümle kapısının basık kemeri
üzerinde üç satırlık ve üç beyitlik Arapça ve sülüs
celisiyle yazılmış kitabesi yer alır. Tarih
rakamla ve ebcedle 967/ 1560 olarak verilmiştir.
Kitabe şu şekildedir:
“Sadr- ı al- i İskender Paşa kerim
Seyakdirullahü zü’ l- kadri’ l- a’ zim
Kad bena haze’ l- binae li’ l- a’ bidin
Hasenete’ l- vahide’ l- ferdi’ l- kadim
Kale rıdvanü’ l- u’ la tarihehu
Kulna Bismillahirrahmanirrahim”
Cümle kapısından caminin dikdörtgen planlı harim bölümüne girilir.
Caminin harimi günümüzde, çıtalarla “çubuklu” denilen türde taksim
edilmiş bir ahşap tavanla kaplıdır. Evliya
Çelebi, hâlen kiremitle
kaplı olan çatının kurşunla örtülü olduğunu,
çatının altında da Topkapısı’ndaki Takkeci Camii gibi ahşap bir kubbenin
yer aldığını nakletmektedir.
Moloz küfeki taşı ile örülmüş olan duvarlarda,
klasik Osmanlı üslubundaki düzene
uygun olarak iki sıra halinde pencereler açılmıştır. Üst sıra pencereler
dışarıdan sivri kemerli olmasına rağmen içeriden dikdörtgen biçiminde ve
renkli cam ve alçı ile süslenmiştir. Alt sıradaki pencereler klasik
üslupta kalem işi alınlıklarla taçlandırılmış,
tepe pencereleri de aynı türde şeritlerle kuşatılmıştır.
Duvarlarda Allah, Muhammet, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan,Hüseyin
isimlerinin yazılı olduğu levhalar asılıdır.
Güney duvarının sağında ve solunda ayaklı birer saat bulunur.
Klasik üslûbu yansıtan mihrabın yarım sekizgen plânlı nişi, köşe
sütunçeleri ile kuşatılmış ve mukarnaslı bir yaşmakla donatılmıştır.
Minber ve vaaz kürsüsü ahşap ve yenidir.
Türbe Kanlıca Camii’nin kuzeyindedir. Bir zamanlar ihata duvarı var iken
orta avlu kapısı solunda bulunuyordu. Caminin kuzey tarafında bulunması,
bani türbelerinin yerleşiminde gözlenen geleneğe aykırıdır.
Türbe, 1267/ 1850 yılında tamir görmüştür.
Dikdörtgen planlı, kâgir duvarlı ve düz ahşap çatılı bir yapıdır.
İçeriye kuzey duvarından birkaç basamakla girilebilmektedir. Buradaki
basık kemerli kapı aslına uygundur. Türbenin ön cephesinde dört pencere,
arka cephesinde beş pencere, yan cephelerinde ise üçer pencere yer
almaktadır. Pencerelerin köşelerinde iri taş ayaklar ve aralarında yine
taş söveler vardır. Pencerelerin dikdörtgen açıklıkları topuzlu demir
parmaklıklarla donatılmıştır.
Osmanlı mimarisinin klasik üslup döneminde alışılmadık bir görünüm arz
eden bu türbenin başlangıçta üzeri açık olarak tasarlandığı sonradan
üzerine, bugünkü kurşun kaplı ahşap çatının konduğu tahmin edilebilir.
Türbede bulunan, İskender Paşa ile oğlu Ahmed Paşa’ ya ait kabirlerin
üzerine ahşap sandukalar yerine mermer lahitler konmuş olması da bu
ihtimali desteklemektedir. Lahitlerin ayak ve baş uçlarında silindir
biçiminde mermer şahideler yükselmekte, başucu şahidelerinde, ölüm
tarihlerini vermeyen kitabeler bulunmaktadır. Bu iki mermer lahidden
sağdakinin yuvarlak baş taşında “Merhum ve mağfur oğlu Ahmed Paşanın
ruhuna fatiha” yazılıdır. İskender Paşa’ ya ait olanda ise Merhum/ Gazi
İskender/ Paşa ruhuna/ Fatiha yazılıdır.
Muvakkithane, camiden dört yüz yıl sonra inşa
edilmesine ve Ampir üslubu yansıtmasına
rağmen, mütevazı boyutları ve sade cepheleri ve köşesine iliştirilmiş
olduğu türbe ile uyum içindedir.
Sekizgen planlı yapının kâgir duvarları sıva ile kaplanmış, üzeri basık
sekizgen prizma biçiminde bir ahşap çatı ile örtülmüştür. Dikdörtgen
açıklıklı kapısı ile Boğaz tarafına (batıya) açılan üç adet yuvarlak
kemerli penceresi mermer sövelerle kuşatılmıştır.
Kapının üzerindeki kitabe levhasına ta’lik
hatla “Eser- i Rıfat Paşa 1266” ibaresi
yazılmıştır. Günümüzde kitaplık olarak kullanılan
muvakkithanenin bu yeni fonksiyonu da
Osmanlıca kitabenin altına yerleştirilmiş olan Latin harfli küçük bir
kitabe ile belirtilmiştir. Demir parmaklıklarla donatılmış olan
pencerelerin kemerleri, üzengi hizasında yer alan silmelerle birbirine
bağlanmış, kemerlerin kilit taşları çıkıntılı olarak tasarlanmıştır.
Orta kapının bulunduğu yere ve türbeye yapışık olarak 1266/ 1850
tarihinde Rifat Paşa sekiz kenarlı bir
muvakkithane yaptırmıştır. Kapısı üzerinde
“Eser- i Rifat Paşa 1266” ibaresi mevcuttur.
Vakfiyelerinde görülmeyen bu medreseden sadece Mimar Sinan “Kanlıca’da
merhum İskender Paşa Medresesi” ve “Medrese- i İskender Paşa- Bab 1”
şeklinde zikreder. Ne gariptir ki böyle bir medresenin varlığına tarih
içinde de rastlanmamaktadır. Nitekim Evliya Çelebi bir asır sonra,
Kanlıca’ da “iki muallimhane- i sıbyan” dan bahseder ve medrese ve
darülhadis gibi eserlerin olmadığını yazar. Konyalı medresenin mektebin
altında olduğunu söyler. B. Tanman da bu yapının medrese adı altında
zikredilen mektep olması ihtimali üzerinde durur. C. Baltacı malum
eserinde bu medreseye ait hiçbir tevcihattan bahsetmemektedir. Bu hale
göre medrese, Tanman’ ın ileri sürdüğü gibi sadece mektepti veya en
azından yapıldıktan kısa bir süre sonra daha faaliyete geçmeden herhangi
bir şekilde ortadan kalkmıştı. Nitekim daha yakın kaynaklarda da böyle
bir medresenin varlığına rastlanmıyor.
Cami ile birlikte inşa edildiği anlaşılan, Evliya Çelebi’ nin
“muallimhane- i sıbyan” adı ile zikrettiği mektebin dikdörtgen planlı,
kâgir duvarlı ve ahşap çatılı bir yapı olduğu, iki sıralı pencerelerin
bulunduğu, duvarların moloz taşla örüldüğü, köşelerde, ayrıca kapı ve
pencere sövelerinde kesme küfeki taşının kullanıldığı, çatısının
kurşunla kaplandığı bilinmektedir. C. Vada’ nın naklettiğine göre 19. yy
sonlarında metruk ve harap durumda olan mektep 1897’de
iptidai mektep olarak kullanılmak üzere tadil
edilmiş, bu arada pencere sıralarının arasına ahşap bir kat döşemesi
yerleştirilmiş, çatı kaldırılarak bunlara bir kat daha ilave edilmiş,
her üç kat da kendi içlerinde ahşap duvarlara bölünerek sınıflar ve
öğretmen odaları meydana getirilmiştir. Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’nun yürürlüğe girdiği
1924’e kadar bu şekli ile faaliyet gösteren mektep bu tarihte terk
edilmiş, 1938’den sonra karakola dönüştürülmüştür. Bu arada, 1897’de
eklenen ahşap döşeme, üst kat ve iç duvarlar iptal edilmiş, cephelerde
de değişiklik yapılarak, yapı asıl şeklinden iyice uzaklaştırılmıştır.
Zemin katındaki kahvehanenin üzerine oturan ve 1874- 1880 arasında
ortaokul olarak kullanıldığı bilinen fevkani mektebin ise ahşap bir
mesken görünümü arz ettiği tahmin edilebilir. İskender Paşa’ nın daha
Bostancıbaşı iken tanzim ettirdiği 951/ 1544
tarihli ilk vakfiyesinde görülen mektebin caminin avlu duvarının sol
köşesinde ve 1944’e kadar mevcut olduğu anlaşılıyor. Diğer
vakfiyelerinde de aynen zikredilmiştir. Bu bina, Evliya Çelebi’nin
bahsettiği iki muallimhane- i sıbyandan biri olmalıdır. A. S. Ülgen’ in
1944'te çizdiği rölöveye göre bina kare planlı, kâgir, çatılı tek bir
hacim olarak görülüyor. Her duvarda ikişer alt pencere ( ve belki de
ikinci sıra penceresi vardı) ve bir ocak bulunmaktadır. Kapısı caminin
avlusu dışındadır. Evliya’nın bahsettiği diğer sıbyan
mektebi ise
muvakkithaneye bitişik olan avlu kapısından
şoseye kadar devam eden fevkani ahşap bina olmalıdır. A. Cabir Vada’ya
göre burada 1874 ila 1880 yılları içinde rüşdiye tahsili yapılmakta imiş
ve kendisi de ilk tahsilini burada yapmış. Yukarıda anlatılan kâgir bina
ihya edilince bu ahşap bina terk edilmiş. Buranın zemin katı caminin
kahvehanesi ve abdest alma yeri olarak kullanılmakta imiş ve bütün bu
yapılar yol yapımı bahanesi ile yıktırılmış.
Tamamen tarihe karışmış olan hamam hakkında C. Vada’ nın verdiği
bilgilerden, soğukluk bölümünün ahşap çatılı olduğu, çepeçevre, soyunma
mahallerini barındıran iki asma katla kuşatıldığı, 1916’da hamamın
yakınındaki Ata Molla Yalısı’ndan sirayet
eden yangında bütün bu ahşap aksamın yandığı öğrenilmektedir.
Bu bilgilerin ışığında hamamın planı tam olarak çizmek etmek mümkün
değildir. Ancak ılıklık kısmından iki hela birimine geçildiği,
sıcaklığın kare planlı olduğu, bunun solunda dikdörtgen planlı bir
halvetin yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu halvetteki kurnalardan birisinde
yer alan, Evliya Çelebi’ nin de sözünü ettiği, fil kabartması ile bezeli
aynataşı 1914’te Evkaf-ı İslamiye
Müzesi’ne (bugün Türk ve İslam
Eserleri Müzesi) taşınmıştır. Söz konusu hamamın, Mimar Sinan’ın mührünü
taşıyan inşaat defteri Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunmaktadır.
Mimar Sinan, İskender Paşa Hamamı’ndan “İskender Paşa Hamamı bina
olunmuştur” demekte fakat yer belirtmemektedir. Ancak hamam hiçbir
vakfıyede geçmemektedir. Evliya Çelebi ise kime ait olduğunu açıklamadan
Kanlıca’ da bir küçük hamam olduğunu söyler ve hamamın kurnasındaki bir
fil suretini tasvir eder.
Kanlıca’ daki caminin köşesinde bulunan ve takribi 1925’ lerde yine yol
genişletilmesi bahanesiyle yıkılan hamamın, İskender Paşa’ya ait
olduğunu ve Mimar Sinan tarafından yapıldığını söyleyen Konyalı bir de
vesika vermektedir. Topkapı Sarayı arşivinde 14/1461 numarada kayıtlı
olan bir muhasebe defterinde bulunan 972/1564 tarihli bu vesika Mimar
Sinan tarafından mühürlenip imzalanmıştır. Defterin başında bulunan
ifade, hamamın Kanlıca’da olduğunu ve Mimar Sinan tarafından yapıldığını
açıkça belirtir. Bu ibareyi Konyalı şöyle vermektedir:
“Muhasebe- i ihracat- ı binakerden- i hamam- ı cedid be ferman- ı
Hazret- i Padişah- ı alempenah hullidet bi ma’ rifet- i Sinan Ağa ser
mi’ maran- ı dergah- ı ali el vakıı fi 10 şabanü’ l- muazzam sene dokuz
yüz yetmiş iki der kasaba- i Kanlıca tabi- i kaza- i Üsküdar”.
Ancak yine de hamamı bu kayıttan üç yıl sonra hazırlanan 975/ 1567
tarihli üçüncü vakfiyede göremiyoruz. Konyalı’ nın izahatından hamamın
inşaatı için 64 bin akça harcanmış olduğunu ve ne kadar ve ne çeşit
malzeme kullanıldığını tafsilatıyla görmekteyiz.
Ayvansarayi İskender Paşa’ ya ait bir başka hamamın Yeniköy'de olduğunu
söyler. Mehmed Arif de hamamın yerini Yeniköy’de Molla Çelebi Camii
kurbinde çifte hamam olarak tarif etmektedir.
Cabir Vada, hamamın cümle
kapısının güneye caddeye açıldığını yazar.
Hamam bir soyunmalık ve iki hela ve tek kurnalı bir yıkanma yeri olan
dar bir ılıklık ve daha sonra dört kurnalı sıcaklık ve buna bağlı 5
metre, uzunluğunda ve 2 metre genişliğinde üç kurnalı bir
halvetten ibaret imiş ve Evliya
Çelebi'nin bahsettiği fil kabartması bu
kurnalardan birinde imiş.
Orijinal kaynak: iskenderpaşa camii (beykoz). Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page